Friday, July 31, 2009

Gülmenin kıymeti...

2 comments
Gülmenin kıymetini bilmek için biraz ağlamak lazım...
Ağlamak, gülmenin değerini görebilmemize vesile olduğu için güzel...
Sevmek, nefreti tanıdıktan sonra daha anlamlı...
Sevgiyi tırpanlayanlara kin gütmezseniz sevmenin kıymetini de bilmezsiniz.

Ve hayat;
Aşçının bazen kahkaha atarak, bazen de gözyaşının yuzunu katarak pişirdiği bir yemektir.
Şeker kullandırı kadar biber de sarf ettiği,
Tuz kattığı kadar hindistan cevizi de ektiği bir yemek...

Ve hayat boş yenildiğinde kekre olan sumağın, kekiğin, biberin, tuzun ve daha bir yığın aykırı tadın bir araya gelerek oluşturduğu ve sonuçta güzel olan bir yemektir.

Sarmısağın acılığı, soğanın göz yaşartıcılığı yemeğin içinde nasıl ayrı bir lezzete dönüşüyorsa, ufak tefet hastalıklar, maddi kayıplar, vefasızlıklar, hasret, bir doz terk edilmişlikde hayatın kazanında pişen, hayata lezzet katan unsurlardandır...

Ve mutluluk;
Mutluluk, daha çok geçmişte kalan dertler hatırlanınca , çıkmazlar düşünüldükçe gönlümüze yerleşir...

Devamı ; www.mrvnatural.blogspot.com

Tuesday, June 09, 2009

ASLA VAZGEÇME

0 comments
Kendimi bildim bileli diğer insanlardan farklıyım. Onların düşüncelerine girebiliyor, istersem değiştirebiliyorum. Aslında değiştirebiliyordum demek daha doğru olur. Her şey geçen Salı, fen dersinde bayıldığımda başladı. Doktorlarda dahil kimse neden bayıldığımı bilmiyor.
Ben bu olayın güçlerimden kaynaklandığını düşünüyorum. Tabii bu beni rahatlatmıyor. 14 yıl boyunca hiç böyle şeyler olmamıştı. Hastanede birkaç kontrolüm yapıldıktan sonra eve gönderildim. Evde annem bana kraliçe gibi davrandı. Pastalar, dondurmalar, krepler ve daha neler neler… Ama bir zaman sonra bu bıktırıcı bir hal aldı. Herhalde bir günde beş yüz kilo almışımdır. Anneme kaç kere hayır dedim ama yinede dinletemedim. Son çare olarak düşüncelerini değiştirmeye giriştim ama yapamadım. İşte o zaman fark ettim eskisi gibi olmadığımı. Sinirli bir şekilde bilgisayarımın başına oturdum ve msn’imi açtım. Bir anda kim olduğunu bilmediğim ve listemde kayıtlı olmayan biri mesaj yazdı; Seni almaya geliyoruz.
Hemen yazdım:
Leyla; Sen de kimsin?
; Yakında en yakınların olacak kişilerden biriyim.
Leyla ; Ne demek İstiyorsun?
; Sadece biraz sabretmelisin. Gelip seni alacaklar ve acıların sona erecek.
Leyla; Ne acısı? Ben çok iyiyim ve hiçbir yere gitmeyeceğim. Hem ailem izin vermez. Onların fikirlerini değiştiremezsiniz.
; Leyla, tek gücü olan sen değilsin.
Ve anında bilgisayar kapandı. Odamın dışından konuşma sesleri gelmeye başladı. Hemen aşağıya indim.
Aşağıda bembeyaz giyinmiş bir kadın ve bir erkek vardı. Kadın sapsarı saçlarıyla güneş gibi parlıyordu. Çok güzellerdi ama gözlerinin içleri umutsuzluk kaynıyordu. Yavaşça aşağıya indim ve anında:
- Sizinle gelmiyorum, dedim.
- Ama güzel kızım bu doktorlar senin bayılma sebebini bulmuşlar ve seni iyileştireceklermiş.
- Ama-
- Aması maması yok. Gitmezsen canın daha çok acımış.
- Anne! Benim canım acımıyor!
- Gitmeliyiz, geç kalıyoruz.
Uzun uzun anneme ve babama baktım. Beni duysunlar ve onların kontrolünden çıksınlar diye ama olmadı. Karşımda duran kadın elini uzattı. Benim istemim dışı olarak elim oraya gitti. Hemen aklımın bir kenarına yazdım; bu kadın insanın hareketlerini kontrol ediyor.
Kapıdan annem ve babama el salladım. Keşke güçlerim olsaydı da bu olaydan kurtulsaydım diye düşündüm. Annemler kapıyı kapatır kapatmaz nefesim kesildi. Acı. Hem de ne acı. Ölmek istedim. Çünkü bu tarif edilemez acı bitmek bilmiyordu. Zar zor gözümü araladım, kadın bana endişe ile bakıyordu:
- Sence geç mi kaldık?
- Sanmam.
- “Sanmam” mı? Tahminlere kalırsak kim bilir kıza ne olur.
- Fark ettin mi bilmiyorum ama kızın bilinci yerinde.
- Pekâlâ, ne yapalım dersin?
- Bence onu bir an önce Aliend’e götürelim.
- Tamam.
Sonra kadın cebinden bir şey çıkardı ve onunla havayı yardı. Havada dev bir kara delik oluştu ve bizi içine çekti.


DEVAM EDECEK ...

Friday, October 17, 2008

İŞTE HERÇEK BİR TÜRK'ÜN HİKAYESİ

17 comments
Yaşlı kadın yatağından kalktı. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Yaşlı kadın 'Günaydın Anne, Günaydın Baba' dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. 'Günaydın Kocacığım' dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp 'Günaydın Evlatlarım' dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz atıp 'Sizleri, hepinizi çok özledim' dedi.

Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama 'Bir taksi istiyorum' dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu. Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. 'Patlama be adam' dedi. Nihayet taksiye binebildi. 'Teyze hoş geldin' dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. 'Nereye gidiyoruz?' Kadın kısa bir sessizliğin sonunda 'Tüm bir gün beni taşırmısın?' diye sordu. 'Sana 500 lira veririm.' Adam küçümser bir gülümseme ile, 'Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze' dedi.

Kadın gülümsedi 'O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?'

'Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?'

'Anıtkabir'e'

'Anıtkabir'e mi?

'Evet'

'Tamam teyzeciğim'

'Yaş kaç teyzeciğim?'

'Seksen sekiz'

'Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim'

'Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum'

'Haklısın teyzecim'

Taksi Anıtkabir'in kapısına gelmişti. Şoför 'Teyzeciğim geldik' dedi. Dalgın görünen kadın 'Evladım burada yardımına ihtiyacım var' dedi. 'Benimle gel' Adam şaşırmıştı. 'Tabii teyze' dedi. Kuşkulu gözlerle 'Bizi buraya alırlar mı?' diye sordu.

O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak 'Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?' dedi

'Hayır'

'Kaç yıldır Ankara'da yaşıyorsun?'

'Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme'

'Ee o zaman'

'Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben'

Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı. Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde

'Nasıl çıkacaksın Teyze?' diye sordu.

'Her ay nasıl çıkıyorsam öyle'

'Her ay geliyormusun?'

'Evet'Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti. 'Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım' Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra 'Hadi gidelim' dedi.

Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı. 'Yoruldun mu Teyze' dedi.

Kadın sustu. Bir süre suskunluktan sonra 'Evet hem de çok yoruldum' diye cevapladı.

'Nereye gidiyoruz?'

'Bankaya'

Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.

'Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?'

'Sor bakalım evladım'

'Anıtkabir'de Atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?'

'Uzun hikaye evladım'

'Olsun be teyze anlat ne olur'

'Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende 'Adalet' dedim. Bunun üzerine 'Ne güzel ismin varmış' dedi. 'Okulu bitirince ne olacaksın' dedi bana. Hemşire dedim. Oda 'Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine çok yakışır' dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını çattı, 'Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın' dedi .'

'Sen ne dedin peki?'

'Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.'

'Peki olabildin mi Adalet Teyze?'

'Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.'

'Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze'

'Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin'

'Haklısın Adalet Teyze. Bu bankamı gelmek istediğin'

'Evet'

'Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?'

'Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi evladım'

'Osman teyzeciğim'

'Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?'

'Tamam teyzeciğim'

Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü. 'Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür' diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.

'Hoş geldin Hakim Teyze'

'Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti.'

'Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?'

'Yok aksine hoşuma gitti. Sağol'

'Nereye gidiyoruz?'

'Seyranbağlarına'

'Tabii'

'Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen'

'Tüm Anadolu'yu karış karış gezdik rahmetli kocamla'

'Ne iş yapardı amca?'

'Subaydı.'

'Ne zaman vefat etti?'

'1952′de'

'Çok olmuş.Gençmiş'

'Kore savaşında şehit oldu.'

'Allah rahmet eylesin Hakim teyze'

' Sağol'

'Seyranbağları'na geldik nereye gideceğiz?'

'Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.'

'Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben'

'Yok bekle burada'

Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. 'Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu' yazısını okudu. Anlam veremedi. 'Bu kadın burada ne yapar ki?' diye düşündü.

Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın 'Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin' dedi.Adalet hanım, buğulu gözlerle 'İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın' dedi.

Araba hareket etti.

'Nereye Hakim Teyze?'

'Hemen iki sokak öteye'

Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti. Bu binada da 'Ankara Seyranbağları Huzurevi' yazıyordu.

'Bekle beni'

'Tabii Hakim Teyze'

Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım'ın gözlerinden akan yaşları fark etti.

'İyi misin Hakim Teyze'

'İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor'

'Nereye gidiyoruz?'

'Cebeci Asri Mezarlığına'

'Tamam'
'Teyze nerelisin sen?'

'Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke'ye döndük. Allah'a Şükür Babam'da sağ salim döndü savaştan.'

'Sonra ne oldu?'

'Liseye Aydın'a gönderdi babam. Orada Atatürk'le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul'a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye'de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..'

'Çocuğunuz var mı?'

'Bir kızım bir oğlum vardı.'

'Neredeler şimdi?'

'Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.'

'Ne güzel'

'1978′de Fransa'da Ermeniler öldürdüler.'

'Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani'

'Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.'

'Amin. Ya kızın?'

'O eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999′da depremde hepsi vefat ettiler.'

'Allah rahmet eylesin.Boş boğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma'

'Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol'

'Geldik Teyze'

'Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin.'

'Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım.'

'Yok beni alacaklar buradan'

'Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 'yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.'

'Çocukların var mı?'

'İki tane ellerinden öperler.

' Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.

'Adları nedir?'

'Kemal ve Ayşe'

'Oğlumun adı da Kemaldi.'

Sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım..

'Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.'

Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi. Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi.
Bu gün daha fazla çalışamazdı.

Ertesi gün Ankara'da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.

'Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ'a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ'ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları'ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ'ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.'

Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar. Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu yaşadıklarını. Herkesin tek bildiği Osman'ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında 'Gökler bile sana ağlıyor' diyerek ağladığı…


NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

Wednesday, August 27, 2008

SİHİR VE HARRY POTTER SERİSİ

1 comments


Harry Potter ilk çıktığından beri bu filme bayılıyorum. İlk başlarda sadece filmini izlerdim. Daha sonra kitaplarını okudum ve şunu öğrendim ki bir kitabı filme dökerken bir çok yerini değiştiriyorlar. Bence kitap okumak film izlemekten daha güzel. Kitabını o kadar çok sevdim ki artık canım sıkıldıkça Harry Potter kitapları okuyorum.



Sınıfımdaki tek Harry Potter hayranı ben değilim. Biz çok büyük bir grup oluşturuyoruz. Ben ve Ataberk sınıftaki en sıkı hayranlarız. Benim en iyi iki arkadaşım Deniz ve Öykü, Selcen, Ataberk'in arkadaşlarından ise Oktay, Semih, Serhat ve bizim Voldemort'umuz Soner. 7. sınıftayken bizler Voldemort'un sakladığı hortkulukları bulmak üzerine bir oyun oynamıştık. Belki bağzılarınız bunun çocukça olduğunu düşünecek ama öyle değil. Gerçekten çok eğlenceli. bizler Voldemort'un bıraktığı ipuçları sayesinde okula dağilmış olan 6 Hortkuluk'u bulduk.




Sizlere şimdide Harry Potter öyküsünü anlatacağım. Bu anlatım kitaptaki sırayla olacak:

Harry Potter, annesi ve babasının( Lily ve James Potter ) trafik kazasında ölümünden sonra (aslında bu bir yalandır) tek akrabası olan Dursleyler de yaşamaktadır. Eniştesi, teyzesi ve kuzeni ona çok kötü davranmaktadır. Hatta Harry'i merdiven altında olan küçücük bir dolapta uyutmaktadırlar. Bir gün Harry'e Hogwarts Cadılık ve Büyücülük okulundan mektup gelir. Ama harry daha o mektubu açamadan eniştesi onu yırtıp atar. O günden sonra Harry'e bir çok mektup gelmeye başlar. Yine de hiç birini okuyamaz. Bu durum eniştesini çok sinirlendirir ve taşınırlar.
Ama taşındıkları yere yarı dev olan Hagrid gelir ve Harry'e her şeyi açıklar: Onun, annesinin ve babasının birer büyücü olduklarını söyler. Hagrid ayrıca annesini ve babasını bir trafik kazasının değil Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'in (Voldemort) öldürdüğünü öğrenir.
Harry için artık hayat değişmiştir. Hagrid ile birlikte okul malzemelerini almaya giderler. Harry bir asa, bembeyaz bir baykuş ve okul için çeşitli malzemeler alır. Hogwart'a trenle gidecek olan Harry'i Hagrid bırakır ama Harry ne yapacağını bilemez. Tam o sırada Weasley ailesi ile karşılaşır. Bu ailenin tümü kızıl saçlıdır, 7 çocuk vardır ve gelmiş geçmiş en kanı bozuk ailedir. Harry onlar sayesinde perondan nasıl geçeceğini öğrenir.
DEVAMINI DAHA SONRAKİ HAFTALARDA YAZACAĞIM!
NOT: UYUYAN EJDERHAYI ASLA GIDIKLAMAYIN!

Wednesday, June 25, 2008

YARDIMLAŞMANIN ÖNEMİ

2 comments
Elsie pencerenin kenarında oturuyor, dışarıyı seyrediyordu. O güzel baharın, mis gibi çiçeklerin kokusunu içine çekiyordu. Küçük tavşanlarıyla oynayan kardeşi dışarı çıkmıştı. Bir yandan gülüyor, bir yandan ‘Küçük Bibi koş, koş!’ diye bağırıyordu. Elsie’de çok isterdi bahçeye çıkıp oynamayı. Ama yapamıyordu. Bacakları buna izin vermiyordu. Kardeşini her izlediğinde keşke o kaza olmasaydı diye düşünüyordu.
Bir anda kardeşi tavşanın önünde durdu. Şaşkın ve korkmuş görünüyordu. Elsie meraklanmıştı. Katie neden bu kadar korkmuştu? Merakla izlemeye koyuldu. Katie tavşanı eline aldı. Ona bir şeyler söyledi ve koşarak eve girdi. Elsie daha sandalyesini arkaya döndürmeden Katie geldi. Çok heyecanlı gözüküyordu. Yüzündeki korku dinmiş gibiydi. Yaklaştı ve elindeki tavşanı onun kucağına koyup:
- Abla! İnanamayacaksın ama; bu tavşan ko-nu-şu-yor!
Son kelimeyi vurgulayarak söyledi. Elsie bunun şaka olduğunu düşündü ilk önce. Ama kardeşin yüzündeki ifade bunun gerçek olabileceğine dair tek kanıttı. Ama inanmıyordu. Biraz dalga geçerek tavşan Bibi’ye:
- Merhaba tavşancık. Benimle konuşmak ister misin?
- Tabii seninle konuşacağım. Senin kardeşinden bir farkın yok.
Katie tavşana zekice bir keyifle bakıyordu. Elsie’nin ise dili tutulmuştu. Şu anda kucağında konuşan bir tavşan duruyordu. Bu sessizlikten sıkılan Bibi:
- Bakın; sizi rahatsız etmek istemezdim ancak ülkemiz tehlikede. İki gün önce Mariel teyzenize bir ilaç içirdik. Bu sayede beni sizlere hediye etti. Buraya gelmemin asıl nedeni kehanetten yardım edecek kişiler olarak sizin adınızın çıkması.
- Peki size ne yardımı yapacağız?
- Sorun şu ki karşı ormanın kralı ormanımızı yok etmeye çalışıyor. Zaten başardı da. Geçen günlerde ormanımızdaki her ağacı kesti. Eğer yardım ederseniz yapmanız gereken tek şey karşıdaki ormanda oturan Büyücü Merlin’den ağaçları birkaç saniyede büyültebilecek bir iksir almak. Çünkü Merlin her insanı evine buyur etmez. Doğru kelimeleri kullanmak lazım. Bizi istemiyor. Ne dersiniz, yardım edecek misiniz?
Katie hemen:
- Ev-vet tabiî ki yardım edeceğiz değil mi ablacığım?
- Edelim tabii. Hem biraz hareket olur.
Evden çıktılar. Bibi’nin peşinden gidiyorlardı. Elsie sandalyesinin otomatik olduğuna çok mutlu oldu. Yoksa tekerlek çevirmekten kolları kopardı. On dakika kadar sonra ormanın en derin yerlerindeydiler. Katie ablasının kolunu sıkı sıkı tutmuştu. Sonunda Bibi durdu. Elsie o zaman fark etti. Büyük bir ağacın önünde duruyorlardı. Dikkatli bakınca ağaçla aynı renk olan bir kapı gözüküyordu. Eğer dikkatli bakmasaydı önünden geçer giderdi. Bunu herkesin burayı görmesini engellemek için yaptığını anladı. Bibi onlara:
- Ben gidiyorum. Bundan sonra yalnızsınız. Merlin’e nezaketli davranırsanız iksiri verecektir. İyi şanslar.
Elsie ve Katie el ele tutuştular. Elsie kapıya vurdu. Derinden gelen bir ses ‘Türünü belirt’ dedi. Bu Elsie’ye çok ilginç gelmişti. Ağzından ‘İki iyi insan kardeş’ kelimeleri döküldü. Kapı gıcırdayarak açıldı. Bu söylediklerinin doğru olmasına şaşırmıştı.
Elsie içeri girdi. Daha önce hiç böyle bir yer görmemişti. Ortada eski bir kazan, bir duvarda kitaplar diğer duvarda iksir şişeleri ve en ilginci olan ise sakalı yerlere kadar uzanan, yarım ay gözlüklü, turkuaz bir pelerin gizmiş, yaşlı bir adam. Elsie onun hemen Merlin olduğunu anladı. Daha o ağzını açamadan Merlin onlara:
- Vay canına! Neredeyse 300 yıldır buraya hiç insan gelmemişti. Korkmayın, çekinmeyin. İstediğiniz şey nedir?
- İlk olarak misafir pergelliğiniz için çok teşekkürler. Biz bir ormanın kesilen ağaçlarını birkaç saniyede büyültebilecek bir iksir arıyoruz. Verirseniz çok seviniriz. Çünkü o ormanın yaralarını sarmaya çok ihtiyacı var.
- Tabii size bu iksiri veririm. Şimdiki zamanda böyle ormana yardım edecek pek insan kalmadı. Madem bu nadir insanlardan birisiniz size bir tek dilek hakkı veriyorum. Haydi cin doslarım gibi söyleyelim: Dileyin benden ne dilerseniz?
Elsie ne dileceğini bilemiyordu. O kadar uzun süre konuşmamıştı ki dili damağına yapışmış daha yeni yeni düzeliyordu o konuşmasından sonra. Zaten o daha bir şey demeden Katie atıldı:
- Tek istediğimiz şey ablamın tekrar yürüyebilmesi!
- Dileğinizde bile bir yardımseverlik var. Birkaç saniye sürecek sadece.
Merlin elini kenarda duran çeşitli kavanozlara soktu. Eline aldığı tozları Elsie’nin bacaklarına serpiştirerek bir şeyler söyledi. Elsie bacaklarında bir karıncalanma ve sıcaklık hissetti. Bu bacaklarının eski haline döndüklerini hissettirdi. Elsie hemen ayağa fırladı ve küçük kardeşine sarıldı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu ikisinin de.
Elsie Merlin’e teşekür ettikten sonra iksiri alıp kardeşiyle çıktı. İksiri orada duran küçük tavşana verdiler. Küçük kız tavşanı kucağına alıp öptü. Elsie ise ona uzanıp öptü ve veda etti. Abla kardeş evin yolunu tuttular.
İşte tam akşamüstü zamanı. Elsie’nin en sevdiği zaman. Annesi ve babası gelmeden bahçelerinde harika zaman geçirdiler. Annesi ve babası gelince gözlerine inanamadılar. Ama ilginçtir ki bacaklarının nasıl düzeldiğini sormadılar.
İşte şimdi Elsie uzun zamandır en çok istediği şeyi yapıyordu. Bahçeyi pencerenin ardından değil içinden yaşıyordu…

yazan: merve akıncı

Tuesday, April 22, 2008

-------- 23 NİSAN----------

0 comments
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı herkese kutlu olsun!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Monday, February 04, 2008

URLA (KAVAK YELLERİ)

1 comments
Uzun zamandır yazmadım yine ama yazıyorum işte! Birkaç dün önce Urla'ya kahvaltıya gittik hep birlikte. Kahvaltılarımızı bir güzel yaptıktan sonra gezelim dedik. Bu sırada durmadan anneme Kavak Yelleri'nin yazısını bulalım diyordum. Bir çok kişiye sorduk kimse bilmiyomuş. Sahile indik sonra annem foto çekerken yazıyı biraz tepedeki bi evin duvarında gördü. Hemen çıktık ama arkeoloji kazısı varmış yakınına gidemedik. Ama ben olsam atlardım telerin üzerinden ama köpek vardı kazının olduğu yerde. Neme lazım bağlı değilir falan. Ama uzaktan çektik, işte resim:

Aslında bu resim daha küçük ve anlaşılmazdı ama annem sağolsun işte bu hale getirdi. Diziyi beğenenlerin yorumlarını bekliyorum!!!!!